16 Aralık 2015 Çarşamba

yürümek, koşmak, uçmak

sevmeden sevişmek
rahatlamadan rahatsızlanmak
uyumadan uyanmak
açılmadan kapanmak
açmadan solmak
alışamadan kaybetmek
yanmadan sönmek
dinlemeden konuşmak
hissetmeden dokunmak
adam olmadan erkek olmak
görmeden bakmak
kadın olmadan karı olmak
dinlemeden duymak
kişiliksiz kişi olmak
kalbini açmadan etrğini açmak
öğrenmeden bilmek, bilmeden öğrenmek
sadece nefes alarak yaşadığını sanmak
ölmeden yaşamak
yaşamadan ölmek

küçük organizma

15 Aralık 2015 Salı

bir garip teknoloji

bence teknoloji denilen şey gençlerden ve çocuklardan çok yetişkinleri himayesi altına almış. ne zaman anneme bir şey sormaya gitsem, ya telefonu elinde ya da bilgisayar etkisinde. hep ben bir şey söyledikten üç dört saniye sonra tepki veriyor "efendim?" diye. hele şu Candy Crush? şu oyunu kim yarattıysa tarih ondan hesap soracak. ne lüzumsuz bir şeydir o yahu? tamam sizi rahatlatıyor şekerleri patlatıp "sugar crush" yapmak ama tuvalette oturup, dışarıda insanlar altlarına kaçırmasın diye hoplayıp zıplarken bölüm bitirme çabası neden? sen beşli şeker kombinasyonu yapasın diye mesaneleri mi patlasın insanların? zaten o kombinasyon çabasını matematik işlemi çözerken bile görmedim.
-şimdi şu dört tane maviliyi patlatsam, oradan aşağıya kırmızı inecek. altta zaten iki tane daha var, o da patlar. böylece iki taraftaki yeşillilerin ortasına yukarıdaki yeşil iner, beşli patlar. az önce patlattığım mavi de yanında olacak zaten. ikisini patlatırsam tüm jöleleri patlatırım. iyi ya iyi iyi. ay amma ses ettin kızım yahu, çıkıyorum tuvaletten!
saçmalık.

küçük organizma


yetişkinler düşüncelerden neden korkar

bahaneler, "... olduğunu düşünüyorum"lar. yetişkinlerin kendilerini ve çocuklarını ikna etme şekilleri. gerçekte olmayan bir inançtan gelen "aslında..."lar. doğru olmayanları pekiştirme yöntemi. çocuğun yorum yapmasını engelleyecek tarzda kurulan cümleler. belki bilmeden, belki kasıtlı. ikna edici ve "ben bu durumları çok iyi biliyorum. bu senin için çok yararlı" temalı konuşmalar. sonuçta hep kazanan ebeveyn. daha ağzını bile açamadan biten konuşmayla birlikte suskunluğu artan çocuk. 

küçük organizma

6 Aralık 2015 Pazar

adaptasyon ve evrim (8. sınıf 1. ünite hayat dersi)

garip bir yıl bu. sınavlar filan. derse fokus konusunda ise, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu mağdurları bile benden rahat odaklanır. beynim eriyor tam anlamıyla. aklım hep beş karış havada annemin deyimiyle. hep uçuk, hep dağınık. ruh ve zihin sağlığım pek yerinde değil sanırsam. normal olaylar, yanlış algılayışlar, saçma tepkiler. arkadaşlıklar da biraz garipleşti. son yıl zaten, hepimiz değiştik. düşünceler, inançlar, kişilikler, fiziksel özellikler, zihinsel karmaşıklıklar, kalpsel değişimler... hepsi evrime uğradı, bu evrim geçiren bedenlerde. büyümek. sanırım tek sorumlusu büyümek bu genellikle adaptasyon, tamamıyla evrim, bolca mutasyon ve az biraz modifikasyon ile oluşan eylemin nedeni. 

küçük organizma

genel olarak müzik, biraz da yazı

yazıyla müzik birbiriyle bağlantılı bence. biri olmadan öbürü olmuyor. sonuçta pek bir farkları yok. biri harflerle, biri notalarla hayata kavuşuyor. çok da uyumlular. müzik bir ilham kaynağı mesela. yazıya hayat veriyor. yazı da kandır bence. müziğin damarlarına pompalanıp şarkı yaratır. ikisi birlikte güzeller. hele hele bilmem size oldu mu ama bende, bu iki enerjinin birleşip beni kurtardığı olmuştur. beynimin içinde dönüp duran düşüncelerimden, duygularımdan, kelimelerimden, notalarımdan kurtulup, onları gerçek bir şeye dönüştürdüğüm zaman, orada duruyorlardı. hemen şurada, kulağımın kıvrımlarında, kalemimin ucunda, parmaklarımın arasında, gözlerimin önünde... bir şekilde orada. her zaman yardıma hazır. beni ve beynimi asla terk etmeyecek şekilde, bir köşede bekliyor. 


biliyor musunuz? yazı yazmak, sıralamada matematikten daha etkilidir. zihni boşaltmak için bir kaç nota bile yeter yerinde. sadece en sevdiğiniz şarkının sözlerini veya zihninize sıkışıp kalmış bir pasajı mırıldanarak bile kendinizi rahatlatabilirsiniz.


ve kalem. ne değerli bir nesnedir o! ucundan dökülen tüm harfler, kalp için başka bir nefes. ama sigara dumanı gibi kesik kesik alınan, zehirli bir nefes değil. insan eli daha ulaşamamış bir dağ tepesinde durup alınan bir nefes gibi.


o, kulağına meltem gibi esen ve seni Nirvana'ya taşıyan o notalara ne demeli peki? sence de o cennetten gelme havasını yaşayan seslerin, başlangıcının beş adet çizgi ve bir sürü çizgili noktadan geldiğine inanmak zor değil mi?


asıl inanılmaz olanınsa, bu iki kavramın oluşum süreci. ikisi de kağıt ve kalemden doğuyor. biri enstürmanlara uyarlanıyor, öbürü bir cildin içine özenle yerleştiriliyor. biri kulağa, öbürü göze hitap ediyor. ama ne yaparlarsa yapsınlar, yolları ne olursa olsun, tek bir varış noktaları var, ki bu da kalp oluyor. 


bu yazıyı büyük bir hevesle yazdım, ama ancak "kaydet" tuşuna basmadan aklıma geldi müziği duyamayanlar. hayatımda hiç duyamama sorunu yaşamadığım için, nasıl bir his olduğuyla ilgili bir fikrim yok, sadece tahminde bulunabiliyorum.


duyma engelli insanların da müziği olduğunu düşünüyorum. sadece bizim tahmin ettiğimiz gibi değil. sessizlikten de bir sürü nota çıkabilir sonuçta.


küçük organizma


5 Ekim 2015 Pazartesi

büyümekle ilgili sanırım

bilmiyorum. çok garip. komik bir durum. biraz büyükleri anlama çabası da olabilir gerçi. veya hissettiklerini hissetmek istemek. her ne ise bu şey, hayal kurmakla kurmamak arasında bir çizgi. hayal kuruyorum, ama çocuk gibi değil. gökkuşağının üstünden uçarak gelen ve parıltı kusan bir unicorn hayal etmiyorum. sevmek, sarhoş olmak, kahkaha atmak, hüngür hüngür ağlamak, sarılmak, öpmek, dinlemek, söylemek, uçmak hayal ediyorum. ilk aşkımın kim olacağını merak ediyorum. istediğim gibi, bir yazar, bir senarist olabilecek miyim diye merak ediyorum. bazı anlarda kendimden geçiyorum. ansızın, nedensizce ağlamaya, yaklaşık on beş dakika sonra da kahkaha atmaya başlıyorum. ben olmaktan çıkıyorum. bilmiyorum. sanırım büyüyorum. 

küçük organizma

17 Eylül 2015 Perşembe

hissetiklerimiz sözlüğü

ev. içinde yaşanılan, çatısı olan yer. 
yuva. kalbinin ait olduğu yer. 

arkadaş. derdini paylaştığın, birlikte güldüğün insan. 
dost. derdini, sen ona söylemeden bilen, o olduğu zaman kahkahalar atabildiğin, konuşmadan anlaşabildiğin, seni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmayacağını bildiğin değerli insan. 

hoşlanmak. onu görünce kalbinde küçük bir sızı hissetmek, akşamları onu düşünerek uyuyakalmak, tenleriniz temas edince kızarmak. 
sevmek. onu görmeden gün içerisinde rahat nefes alamamak, onu düşünmekten uyuyamamak, herhangi bir temas olduğunda, temas eden yerin gün boyunca cayır cayır yanması. 

hayatta olmak. yaşam belirtileri göstermek. 
yaşamak. hayatın tadını almak, anı yaşamak, mutlu olmak, üzgün olmak, kızgın olmak, sevinçli olmak, kahkaha atmak, hıçkırarak ağlamak, sevmek, nefret etmek, hayatının Everest'ini yaşamak, yerin dibine girmek, hissetmek.

yukarıya sizin için sekiz kavram yazdım. 

iki kavram.
bir boşluk. 

iki kavram.
bir boşluk.

işte bir boşluğun önüne gelen iki kavram, çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılan sözcüklerden oluşuyor. sevmek ve hoşlanmak gibi. ev ve yuva gibi. fakat Türk Dil Kurumu'nu şu anlık biraz kenara atabiliriz. çünkü gerçekte onlar eş anlamlı değil. kavram olarak yakınlık bile göstermiyor belki kimilerince. bu kavramlarda kendi içgüdü ve hislere güvenmemiz gerekebilir. sonuçta hissettiklerimiz bize her zaman daha iyi birer kılavuz olmamış mıdır?

küçük bir organizmadan küçük bir not: kelime deyip geçmeyin. bir sözcük neleri değiştirebilir, neleri hissettirebilir siz daha iyi bilirsiniz. 

how a trajedy turns into a comedy?

sevgili yetişkinler,

bize ölümü anlatmaya çalışıyorsunuz. "bak üç saniye önce orada dursaydın belki şimdi bunu bana anlatıyor olmazdın ve biz senin parçalarını hastanede toparlamaya çalışyor olur- gülme! sakın gülme! gülünecek bir şey değil bu!"

biz de bunun gülünecek bir şey olmadığını biliyoruz. ama anlatışınız böyle. sanki komikmiş gibi anlatıyorsunuz. parçaları hastanede toplamak. hadi ama! böyle bir konu böyle anlatılmaz ki! çocuğunuza bu hatadan ders almalısın küçük organizma konulu bir konuşma yapıyorsanız parçalarını toplamak, pestilini yerden kazıyarak çıkarmak veya kemiklerini birleştirmeye çalışmak türünden abartılı laflar kullanmamalısınız. çünkü biz küçük organizmaların hayal gücü yüksek. yani siz orada bize ölümü anlatmaya çalışırken, bizim gözümüzün önünde çizgi film karekteri ölümü gibi, bir yere tam anlamıyla yapışma görüntüsü oluşuyor. veya Road Runner'ın Tazmanya Canavarından kaçmaya çalışması sırasında, Tazmanya Canavarının kafasına nereden geldiği belli olmayan bir piyano düşmesi gibi bir sahne. hani canavarın gözleri yerlerinden fırlar, kağıt gibi düzleşip incelir. bu görüntü çoğumuzun küçükken gülümsemesini sağlayan bir sahnedir. siz anlatınca aklımıza o geliyor, biz de gülümsüyoruz. sonra "komik mi bu kızım/oğlum? deli misin sen? ölüm bu evladım!" oluyor. üzgünüm anneciğim/babacığım/teyzeciğim/amcacığım/halacığım/dayıcığım/büyükanneciğim/büyükbabacığım fakat anlatış biçiminiz sayesinde, siz bir trajediyi bile bir komediye çevirebilirsiniz!

saygı ve sevgilerimizle,
çocuklarınız. 

bitmedi, bitmez, bitmeyecek...

bazı yazılar vardır. başlangıçı bellidir. bitişi bellidir. zamanı bellidir. tarihi bellidir. yeri bellidir. değiştirilemez. olayı, geçtiği yerden üç kilometre ötede veya on gün sonrasında anlatamazsınız. kullanılacak kelimeler, yapılacak betimlemeler, anlatım tekniği bellidir. olayı yazan başkaları da varsa, onlarla yakın bir anlatım sergilenir. yazıyı değiştiren ve özelleştiren tek şey olayın anlatılış şekli ve yazarın araya serpiştirdiği duygu-düşüncelerdir. 

ama bazı yazılar vardır ki, onlarla ilgili hiçbir şey bilmezsin. benim ele alacağım konu da tam olarak bu. tarih belirsizdir. nerede başladığı, nereden başladığı bilinmez. olayın geçtiği zamanları, varsa içindeki figüran olaylardan anlarsın. geçtiği yerler bellidir ama net değildir. istanbul'dur, izmir'dir, ankara'dır. ama sarıyer midir, kızlarağası mıdır, kızılay mıdır belli değildir. 

bu sanırım yazarın okurunu hayal gücüyle yanlız bırakma tekniğidir. bu tür yazılarda karakterlerin ayrıntılı görünüşleri verilmez genelde. karakteri belirten önemli bir unsur mesela. altın sarısı saçlar, sonbaharda düşen bir yaprağı andıran gözler. gerisi okuyucuya bırakılır. karakteri kendimize yakın hissettiğimiz bir şekle bürüyebilelim diye. 

bu yazılarda bitiş çok anidir, gariptir, belirsizdir. bitiş gibi değildir. fransız filmleri gibidir. tam bir olay olmuştur ki, yazar sayfadaki son cümleyi bitirir. yazar için son satır olan bu cümle, okuyucular için kendi sonlarına ilk cümle olma şerefine erişir. işte bu yüzden bu kitaplar asla bitmez. biter gibi gözükürler ama zihinlerde yeni bir maceraya yelken açarlar. 

küçük organizma

zalimlik, gençlikte öğrenilir.

gençliğin bir döneminde, zamanında çok şımartılmış, iltifat edilmiş, ailesi sorunsuz ve maddi açıdan yüksek insanlar zalimleşiyorlar, maddiyatçılaşıyorlar. görüntüye, paraya, popülerliğe göre insanları yargılıyorlar. alay ediyorlar, "tipe bak çay demle" nin ardından gelen bir sürü hakaretle can acıtıcı monologlar kuruyorlar, "onlara göre çirkin" olan insanların sevme ve sevilme hakkı olmadığını savunuyorlar, "küçük dağları ben yarattım" ve "dünya benim etrafımda dönüyor" türünden ego patlamaları yaşıyorlar, her türlü "çekici yanlarını" göz önüne çıkartıyorlar, beğendikleri karşı cinslerine aşırı derecede yağ çekiyorlar, yılışıyorlar ve -özür dilerim ama- yavşıyorlar. ve sevmedikleri kişileri insan yerine koymadan değersiz ve ucuz hayatlarına devam ediyorlar.

bu bayan-ben-bir-numarayım ve bay-benim-beynim-yerine-kasım-var topluluğu dışında, bir de dışlanmış gençler var. bu yazının konusu onlar. 

kimdir bu gençler? bu gençler genelde kilolu, sivilceli, görünüşü garip saçlı, gözlüklü veya diş telli; ya da intihara meyilli, çok çalışkan-ucuz yaşamlılar tarafından anıldığı şekilde inek- sürekli siyah giyinip, kulaklığıyla yaşayan-ucuzların dilinde ucube- çok duygusal-ucuzca sulugöz- insanlar oluyor. bunlar ucuzların görüşleri. 

peki ya gerçek hayatları? 

işte trajedi o zaman açığa çıkıyor. 

belki o dalga geçtiğin kızlardan biri, hasta annesiyle tek başına yaşıyor, evi çekip çeviriyor, tüm gideri kendi kazandığı parayla karşılıyor. belki etrafındaki insanlar tarafından cinsel istismara uğruyor. belki annesi ve babası sürekli kavga ediyor ve ikisi de bunun acısını ondan çıkarıyor. belki annesi ölmüş, babası tüm parayı kendi eğlencesine harcıyor, o da evdeki dört kardeşine annelik, babalık, ağabeylik, ablalık yapmak zorunda. 

ya da o sürekli eleştirdiğin çocuk. belki babasından her gün dayak yiyor. belki zamanında küçük erkek kardeşini kurtarmak için yaptığı bir anlaşma yüzünden hayatını tehlikeye attı. belki şizofreni annesine bakmak için annesinden gelen bıçaklı saldırıyı bile göze alıyor. belki ailesinden kimse kalmamıştır ve kendi başına geçinmeye çalışırken, bir yandan da ölümcül bir hastalıkla cebelleşiyordur. 

peki bu insanları yargılayan ucuzların durumu nedir? 

genellikle-genellikle diyorum çünkü istisnalar olabiliyor- bu insanların her şeyi mükemmeldir. parası, arabası, telefonu, evi, erkek/kız arkadaşı, hayran kitlesi(!), otu, b*ku vardır. ailevi sorunları yoktur. çiçekler açsındır, böcekler uçsundur. 

yani insanlar zalimliği ve adaletsizliği ilk bu yaşlarda öğrenir. 

 küçük organizma

5 Eylül 2015 Cumartesi

hani söz vermiştiniz?

insanın en nahoş iradesizliklerinden biri de kendine bir söz vermesi ama bu sözü yerine getirememesidir. kendi kendine der; tamam, bu ay bırakacağım içkiyi. bu günden sonra sigaraya elimi sürmeyeceğim. bu akşam eve ekmek götüreceğim. artık karımdan başkasıyla görüşmek, fingirdeşmek yok. evladıma el kaldırmak yok. o yok, bu yok, onu yapacağım, bunu yapmayacağım. 

ne oldu peki bunları söyleyen insanlara? şu oldu. alkolik oldular. akciğer kanserine yakalandılar. parayı kumarda çarçur ettiler. sarışın ruslardan esmer bulgarlara atlayış yaptılar. çocuklarını kemerle dövdüler. 

hani söz vermiştiniz?

küçük organizma