küçük organizma
16 Aralık 2015 Çarşamba
yürümek, koşmak, uçmak
küçük organizma
15 Aralık 2015 Salı
bir garip teknoloji
bence teknoloji denilen şey gençlerden ve çocuklardan çok yetişkinleri himayesi altına almış. ne zaman anneme bir şey sormaya gitsem, ya telefonu elinde ya da bilgisayar etkisinde. hep ben bir şey söyledikten üç dört saniye sonra tepki veriyor "efendim?" diye. hele şu Candy Crush? şu oyunu kim yarattıysa tarih ondan hesap soracak. ne lüzumsuz bir şeydir o yahu? tamam sizi rahatlatıyor şekerleri patlatıp "sugar crush" yapmak ama tuvalette oturup, dışarıda insanlar altlarına kaçırmasın diye hoplayıp zıplarken bölüm bitirme çabası neden? sen beşli şeker kombinasyonu yapasın diye mesaneleri mi patlasın insanların? zaten o kombinasyon çabasını matematik işlemi çözerken bile görmedim.
-şimdi şu dört tane maviliyi patlatsam, oradan aşağıya kırmızı inecek. altta zaten iki tane daha var, o da patlar. böylece iki taraftaki yeşillilerin ortasına yukarıdaki yeşil iner, beşli patlar. az önce patlattığım mavi de yanında olacak zaten. ikisini patlatırsam tüm jöleleri patlatırım. iyi ya iyi iyi. ay amma ses ettin kızım yahu, çıkıyorum tuvaletten!
saçmalık.
küçük organizma
yetişkinler düşüncelerden neden korkar
6 Aralık 2015 Pazar
adaptasyon ve evrim (8. sınıf 1. ünite hayat dersi)
genel olarak müzik, biraz da yazı
yazıyla müzik birbiriyle bağlantılı bence. biri olmadan öbürü olmuyor. sonuçta pek bir farkları yok. biri harflerle, biri notalarla hayata kavuşuyor. çok da uyumlular. müzik bir ilham kaynağı mesela. yazıya hayat veriyor. yazı da kandır bence. müziğin damarlarına pompalanıp şarkı yaratır. ikisi birlikte güzeller. hele hele bilmem size oldu mu ama bende, bu iki enerjinin birleşip beni kurtardığı olmuştur. beynimin içinde dönüp duran düşüncelerimden, duygularımdan, kelimelerimden, notalarımdan kurtulup, onları gerçek bir şeye dönüştürdüğüm zaman, orada duruyorlardı. hemen şurada, kulağımın kıvrımlarında, kalemimin ucunda, parmaklarımın arasında, gözlerimin önünde... bir şekilde orada. her zaman yardıma hazır. beni ve beynimi asla terk etmeyecek şekilde, bir köşede bekliyor.
biliyor musunuz? yazı yazmak, sıralamada matematikten daha etkilidir. zihni boşaltmak için bir kaç nota bile yeter yerinde. sadece en sevdiğiniz şarkının sözlerini veya zihninize sıkışıp kalmış bir pasajı mırıldanarak bile kendinizi rahatlatabilirsiniz.
ve kalem. ne değerli bir nesnedir o! ucundan dökülen tüm harfler, kalp için başka bir nefes. ama sigara dumanı gibi kesik kesik alınan, zehirli bir nefes değil. insan eli daha ulaşamamış bir dağ tepesinde durup alınan bir nefes gibi.
o, kulağına meltem gibi esen ve seni Nirvana'ya taşıyan o notalara ne demeli peki? sence de o cennetten gelme havasını yaşayan seslerin, başlangıcının beş adet çizgi ve bir sürü çizgili noktadan geldiğine inanmak zor değil mi?
asıl inanılmaz olanınsa, bu iki kavramın oluşum süreci. ikisi de kağıt ve kalemden doğuyor. biri enstürmanlara uyarlanıyor, öbürü bir cildin içine özenle yerleştiriliyor. biri kulağa, öbürü göze hitap ediyor. ama ne yaparlarsa yapsınlar, yolları ne olursa olsun, tek bir varış noktaları var, ki bu da kalp oluyor.
bu yazıyı büyük bir hevesle yazdım, ama ancak "kaydet" tuşuna basmadan aklıma geldi müziği duyamayanlar. hayatımda hiç duyamama sorunu yaşamadığım için, nasıl bir his olduğuyla ilgili bir fikrim yok, sadece tahminde bulunabiliyorum.
duyma engelli insanların da müziği olduğunu düşünüyorum. sadece bizim tahmin ettiğimiz gibi değil. sessizlikten de bir sürü nota çıkabilir sonuçta.
küçük organizma