17 Eylül 2015 Perşembe

hissetiklerimiz sözlüğü

ev. içinde yaşanılan, çatısı olan yer. 
yuva. kalbinin ait olduğu yer. 

arkadaş. derdini paylaştığın, birlikte güldüğün insan. 
dost. derdini, sen ona söylemeden bilen, o olduğu zaman kahkahalar atabildiğin, konuşmadan anlaşabildiğin, seni hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmayacağını bildiğin değerli insan. 

hoşlanmak. onu görünce kalbinde küçük bir sızı hissetmek, akşamları onu düşünerek uyuyakalmak, tenleriniz temas edince kızarmak. 
sevmek. onu görmeden gün içerisinde rahat nefes alamamak, onu düşünmekten uyuyamamak, herhangi bir temas olduğunda, temas eden yerin gün boyunca cayır cayır yanması. 

hayatta olmak. yaşam belirtileri göstermek. 
yaşamak. hayatın tadını almak, anı yaşamak, mutlu olmak, üzgün olmak, kızgın olmak, sevinçli olmak, kahkaha atmak, hıçkırarak ağlamak, sevmek, nefret etmek, hayatının Everest'ini yaşamak, yerin dibine girmek, hissetmek.

yukarıya sizin için sekiz kavram yazdım. 

iki kavram.
bir boşluk. 

iki kavram.
bir boşluk.

işte bir boşluğun önüne gelen iki kavram, çoğu zaman eş anlamlı olarak kullanılan sözcüklerden oluşuyor. sevmek ve hoşlanmak gibi. ev ve yuva gibi. fakat Türk Dil Kurumu'nu şu anlık biraz kenara atabiliriz. çünkü gerçekte onlar eş anlamlı değil. kavram olarak yakınlık bile göstermiyor belki kimilerince. bu kavramlarda kendi içgüdü ve hislere güvenmemiz gerekebilir. sonuçta hissettiklerimiz bize her zaman daha iyi birer kılavuz olmamış mıdır?

küçük bir organizmadan küçük bir not: kelime deyip geçmeyin. bir sözcük neleri değiştirebilir, neleri hissettirebilir siz daha iyi bilirsiniz. 

how a trajedy turns into a comedy?

sevgili yetişkinler,

bize ölümü anlatmaya çalışıyorsunuz. "bak üç saniye önce orada dursaydın belki şimdi bunu bana anlatıyor olmazdın ve biz senin parçalarını hastanede toparlamaya çalışyor olur- gülme! sakın gülme! gülünecek bir şey değil bu!"

biz de bunun gülünecek bir şey olmadığını biliyoruz. ama anlatışınız böyle. sanki komikmiş gibi anlatıyorsunuz. parçaları hastanede toplamak. hadi ama! böyle bir konu böyle anlatılmaz ki! çocuğunuza bu hatadan ders almalısın küçük organizma konulu bir konuşma yapıyorsanız parçalarını toplamak, pestilini yerden kazıyarak çıkarmak veya kemiklerini birleştirmeye çalışmak türünden abartılı laflar kullanmamalısınız. çünkü biz küçük organizmaların hayal gücü yüksek. yani siz orada bize ölümü anlatmaya çalışırken, bizim gözümüzün önünde çizgi film karekteri ölümü gibi, bir yere tam anlamıyla yapışma görüntüsü oluşuyor. veya Road Runner'ın Tazmanya Canavarından kaçmaya çalışması sırasında, Tazmanya Canavarının kafasına nereden geldiği belli olmayan bir piyano düşmesi gibi bir sahne. hani canavarın gözleri yerlerinden fırlar, kağıt gibi düzleşip incelir. bu görüntü çoğumuzun küçükken gülümsemesini sağlayan bir sahnedir. siz anlatınca aklımıza o geliyor, biz de gülümsüyoruz. sonra "komik mi bu kızım/oğlum? deli misin sen? ölüm bu evladım!" oluyor. üzgünüm anneciğim/babacığım/teyzeciğim/amcacığım/halacığım/dayıcığım/büyükanneciğim/büyükbabacığım fakat anlatış biçiminiz sayesinde, siz bir trajediyi bile bir komediye çevirebilirsiniz!

saygı ve sevgilerimizle,
çocuklarınız. 

bitmedi, bitmez, bitmeyecek...

bazı yazılar vardır. başlangıçı bellidir. bitişi bellidir. zamanı bellidir. tarihi bellidir. yeri bellidir. değiştirilemez. olayı, geçtiği yerden üç kilometre ötede veya on gün sonrasında anlatamazsınız. kullanılacak kelimeler, yapılacak betimlemeler, anlatım tekniği bellidir. olayı yazan başkaları da varsa, onlarla yakın bir anlatım sergilenir. yazıyı değiştiren ve özelleştiren tek şey olayın anlatılış şekli ve yazarın araya serpiştirdiği duygu-düşüncelerdir. 

ama bazı yazılar vardır ki, onlarla ilgili hiçbir şey bilmezsin. benim ele alacağım konu da tam olarak bu. tarih belirsizdir. nerede başladığı, nereden başladığı bilinmez. olayın geçtiği zamanları, varsa içindeki figüran olaylardan anlarsın. geçtiği yerler bellidir ama net değildir. istanbul'dur, izmir'dir, ankara'dır. ama sarıyer midir, kızlarağası mıdır, kızılay mıdır belli değildir. 

bu sanırım yazarın okurunu hayal gücüyle yanlız bırakma tekniğidir. bu tür yazılarda karakterlerin ayrıntılı görünüşleri verilmez genelde. karakteri belirten önemli bir unsur mesela. altın sarısı saçlar, sonbaharda düşen bir yaprağı andıran gözler. gerisi okuyucuya bırakılır. karakteri kendimize yakın hissettiğimiz bir şekle bürüyebilelim diye. 

bu yazılarda bitiş çok anidir, gariptir, belirsizdir. bitiş gibi değildir. fransız filmleri gibidir. tam bir olay olmuştur ki, yazar sayfadaki son cümleyi bitirir. yazar için son satır olan bu cümle, okuyucular için kendi sonlarına ilk cümle olma şerefine erişir. işte bu yüzden bu kitaplar asla bitmez. biter gibi gözükürler ama zihinlerde yeni bir maceraya yelken açarlar. 

küçük organizma

zalimlik, gençlikte öğrenilir.

gençliğin bir döneminde, zamanında çok şımartılmış, iltifat edilmiş, ailesi sorunsuz ve maddi açıdan yüksek insanlar zalimleşiyorlar, maddiyatçılaşıyorlar. görüntüye, paraya, popülerliğe göre insanları yargılıyorlar. alay ediyorlar, "tipe bak çay demle" nin ardından gelen bir sürü hakaretle can acıtıcı monologlar kuruyorlar, "onlara göre çirkin" olan insanların sevme ve sevilme hakkı olmadığını savunuyorlar, "küçük dağları ben yarattım" ve "dünya benim etrafımda dönüyor" türünden ego patlamaları yaşıyorlar, her türlü "çekici yanlarını" göz önüne çıkartıyorlar, beğendikleri karşı cinslerine aşırı derecede yağ çekiyorlar, yılışıyorlar ve -özür dilerim ama- yavşıyorlar. ve sevmedikleri kişileri insan yerine koymadan değersiz ve ucuz hayatlarına devam ediyorlar.

bu bayan-ben-bir-numarayım ve bay-benim-beynim-yerine-kasım-var topluluğu dışında, bir de dışlanmış gençler var. bu yazının konusu onlar. 

kimdir bu gençler? bu gençler genelde kilolu, sivilceli, görünüşü garip saçlı, gözlüklü veya diş telli; ya da intihara meyilli, çok çalışkan-ucuz yaşamlılar tarafından anıldığı şekilde inek- sürekli siyah giyinip, kulaklığıyla yaşayan-ucuzların dilinde ucube- çok duygusal-ucuzca sulugöz- insanlar oluyor. bunlar ucuzların görüşleri. 

peki ya gerçek hayatları? 

işte trajedi o zaman açığa çıkıyor. 

belki o dalga geçtiğin kızlardan biri, hasta annesiyle tek başına yaşıyor, evi çekip çeviriyor, tüm gideri kendi kazandığı parayla karşılıyor. belki etrafındaki insanlar tarafından cinsel istismara uğruyor. belki annesi ve babası sürekli kavga ediyor ve ikisi de bunun acısını ondan çıkarıyor. belki annesi ölmüş, babası tüm parayı kendi eğlencesine harcıyor, o da evdeki dört kardeşine annelik, babalık, ağabeylik, ablalık yapmak zorunda. 

ya da o sürekli eleştirdiğin çocuk. belki babasından her gün dayak yiyor. belki zamanında küçük erkek kardeşini kurtarmak için yaptığı bir anlaşma yüzünden hayatını tehlikeye attı. belki şizofreni annesine bakmak için annesinden gelen bıçaklı saldırıyı bile göze alıyor. belki ailesinden kimse kalmamıştır ve kendi başına geçinmeye çalışırken, bir yandan da ölümcül bir hastalıkla cebelleşiyordur. 

peki bu insanları yargılayan ucuzların durumu nedir? 

genellikle-genellikle diyorum çünkü istisnalar olabiliyor- bu insanların her şeyi mükemmeldir. parası, arabası, telefonu, evi, erkek/kız arkadaşı, hayran kitlesi(!), otu, b*ku vardır. ailevi sorunları yoktur. çiçekler açsındır, böcekler uçsundur. 

yani insanlar zalimliği ve adaletsizliği ilk bu yaşlarda öğrenir. 

 küçük organizma

5 Eylül 2015 Cumartesi

hani söz vermiştiniz?

insanın en nahoş iradesizliklerinden biri de kendine bir söz vermesi ama bu sözü yerine getirememesidir. kendi kendine der; tamam, bu ay bırakacağım içkiyi. bu günden sonra sigaraya elimi sürmeyeceğim. bu akşam eve ekmek götüreceğim. artık karımdan başkasıyla görüşmek, fingirdeşmek yok. evladıma el kaldırmak yok. o yok, bu yok, onu yapacağım, bunu yapmayacağım. 

ne oldu peki bunları söyleyen insanlara? şu oldu. alkolik oldular. akciğer kanserine yakalandılar. parayı kumarda çarçur ettiler. sarışın ruslardan esmer bulgarlara atlayış yaptılar. çocuklarını kemerle dövdüler. 

hani söz vermiştiniz?

küçük organizma