17 Temmuz 2019 Çarşamba

başlasam belki de...

(başlangıç yapabilsem gerisi gelecek de...)
bazen, başlangıçsızlıklar ve unutkanlıklar; mükemmel hayalleri parçalar. mesela loş ışıkta, yolun aşağısındaki küçük marketten alınan dandik portakal suyu ve 2. dalga kahvecilerden toplanmış kahverengi şekerle yapılmış sıcak şarap eşliğinde yapılan sohbetlerin, göz kapaklarının düşmeye, bedenin ısındıkça ısınmaya devam ettiği o anlarda konuşulanları hatırlamak... bir rüyadan uyanışının ardından gelen fikirleri bir yerlere yazmayışından dolayı belki de mükemmel bir bilim-kurgu şansını elinden kaçırmak...
çok özenerek seçtiğin bir ödevi, kaynakların yetersizliğinden ve üşengeçliğinden ve bir anda üstüste gelmeye karar vermiş dış etkenlerden dolayı savsaklayarak yapmak...
o çok büyük umutlarla başlamış hayallerini, hedeflerini ufak hayal kırıklıkları yüzünden kenara atıp; arada yaşanan melankolik anlar dışında suratlarına bile bakmamak...
minyatür organizma acaba geleceğini böyle mi planlmıştı?

küçük organizma

ya uçağın motoruna kuş girer de, uçak düşerse?

belki ergenlikten, belki de yaradılışımdan bazı sorunlarımın ve ilginç duygu durumlarımın olduğunun farkındayım. ani tepkiler verebiliyor, gereksiz gözüken zamanlarda ağlayabiliyorum. öfkeliyim de, yorum yapmayı ve söylenenlere karşı gelmeyi seviyorum. kendi karakterim hakkında ise şu yorumu yapmakta haklı olduğumu düşünüyorum; esasta iyi bir insanım. düşündüğünüzden daha iyi bir konumda olduğum kesin, o kenarda kalsın. "ergen" karakterim ağır değil; söylenenleri yaparım, aile büyükleriyle iyi anlaşırım, hizmet ederim, çoğu zaman ses yükseltmem, kapıları çarpmam, çok isyankar da sayılmam. üstelik çok düşünürüm, olması gerekenden fazla hem de. (şimdi düşüncelerini kontrol etmelisin zırvasıyla yorum yapmaya kalkışmamanızı rica ediyorum, ha illa yorum yapacaksanız, kendi kontrol yönteminizi, ne kadar sürede oluşturduğunuzu anlatın; benim ne yapabileceğime biraz örnek verin. sonrasına bakarız) fazla düşünmek her zaman iyi değildir, bunun farkındayım. ama elimizde şuan bu var. bu fazla düşünme süreçtir tabi ve bir de sonucu vardır. sonuç ne biliyor musunuz? hatalı olma hissi ve vicdan azabı! ahh en sevdiklerim. şu yanlışlıkla arkadaşının burnunu kanattığın olayı hatırlıyor musun? hani hala yakın arkadaşsınız ama bazen telefonlarını açacak gücü kendinde bulamıyorsun. ding ding ding! vicdan azabı. peki ya teyzen? senin okulunu ödemek için kıçını yırtıyor, ödemek zorunluluğu olmasa bile! ama suratına zaten bildiğin ve duymaktan nefret ettiğin durum ve gerçekleri söylediği için ondan olabildiğince uzak kalmak istiyorsun. biri bencillik mi dedi? ah babaannen... seni büyüttü, çocukluğunu renklendirdi, annen baban olmadığında yanındaydı. yılda kaç defa arıyorsundur acaba? ben de öyle düşünmüştüm, vefasız. ana fikir olarak, evet. o kadar düşünüyorum ve o kadar farkındayım ki kendi farkındalığımı unutmaya çalışıyorum. çünkü bu fazla düşünme durumunun dışında bir de hiç düşünmeme hali var. orada da patavatsızlık giriyor işin içine. laf atmalar, seviyesiz espriler, saygısızca yorumlar... bir ortası olması lazım değil mi? var. o da var. ama bilin bakalım orada neler oluyor: karaktersizlik. uyumlulukta hat safha, karakter eksikliği, havadan sudan sohbetin ötesine geçemeyen entelektüel seviye. adeta toplumun gençlerden istediği her şey. ama ufak problem, ben bu olmaktan nefret ediyorum. çünkü o aslında ben değilim. o benim katmanlarımın birbirine sıkıştırılmış, haşlanmış ve tuzsuz yenmeye çalışılan hali. koccaman bir sığlık. ve her şeyi kabul ederim ama sığ olduğumu kabul edemem. paylaşılabilecek o kadar bilgi, o kadar düşünce varken beynimde, zihnim akıp giden fikirler ve idealarla dolup taşarken; sırf kahrolası bir hafıza sorunu yüzünden sığ olduğum düşünülemez, hayır. o da ayrı bir sorun, tam da gelme amacıyla yola çıktığım (görüyor musunuz? yola çıkış amacımı unuttum) düşünce halimi anlattım; az düşündüğümü, çok düşündüğümü, biraz daha düşünebilmeyi dilediğimi. ama bu düşüncelere ne oluyor? bana yüksek bir suçluluk hissi ve varlığımdan nefret etme umudu vermesi dışında yani? hemen söyleyeyim, düşünülme sırasıyla unutuluyor. basit bir örnek vererek başlayayım. ben neden teyzemle anlaşamıyorum? gri hücreler yürümeye başlıyor. çünkü biraz gıcık biri ve beni rahatsız ediyor. bazı düşünceleri bana zorlamaya çalışıyor, istemediğimi açıkça belirttiğim şeyleri yapmaya devam ediyor. yapma dememi çoğunlukla dinlemiyor. ama aslında amacı bu değil, kendi yolunda bana iyilik yapmaya ve beni sevdiğini göstermeye çalışıyor. ama neden ona dediğim şekilde yapmıyor bunu? çünkü benim düşüncelerime önem vermiyor... mu acaba? ben de olsam senin dediklerine pek güvenmezdim, bir dediğin bir dediğini tutmuyor be kuzum. ayrıca kişiliğimle ilgili sadece basmakalıp düşüncelere önem veriyor, sadece kendi düşüncelerine inanıyor, benim gerçek halimi göremiyor! hangi halini pardon? hangi birini görsün de birbirinden ayırdetsin de katmanlarını ayırsın da hangi birine özel karakter analizi yapsın? yapacak çok daha önemli işleri var. hem ona seni kendi kafasındaki gibi görmesi için koz veriyorsun, gereksiz hareketlerin ve ani tepkilerinle. o sadece seni, çok fazla zaman geçirmediğiniz ve geçirdiğiniz zamanlarda da, davranış şeklinin hep bozuk olmasından dolayı gördüğü gibi tanımlıyor seni. sadece senin iyiliğini düşünüyoe ve kendi yoluyla seni sevdiğini göstermeye çalışıyor. ve sonuç: çatık kaşlarla başlanan düşünce süreci samimi bir gülümsemeyle bitiyor. ta ki, bu düşünce süreci yaklaşık 20 dakika sonra kafadan çıkana kadar. sonraki günlerde en baştaki soruya dönülüyor, ben neden teyzemle anlaşamıyorum? vee aynı düşünceler, ortalama aynı sırayla tekrar geliyor. bir sohbette bu çok kötü bir şey, çünkü daha sonuca ulaşılmamış düşünce parçacıkları ortaya sunuluyor. konuşma devam ettikçe sonuca yaklaşılıyor. e ben çoktan yanlış koz verdim karşıya, haydiii bir sinir krizi. neyse, konuyu da unuttum bunları yazarken. aferim bana.

(amaan, ölünce bir şey hissetmeyeceksin ki. ama ya geride kalanlar? annen, baban, ailen, arkadaşların, seni sevenler? ve geleceğin? hani üzerine hayaller kurduğun, bazen kendi düşündüklerine inanamadığın sonsuz olasılıklar... neyse, indik bile.)

küçük organizma